Biyofili hastalığı nedir ?

Berk

New member
Biyofili Hastalığı mı? Doğaya Fazla Aşık Olmak!

Selam millet,

Hani bazı insanlar vardır ya, evinde 15 tane bitki besler, odasındaki havayı adeta Amazon ormanına çevirir. Balkonunu küçük bir botanik bahçesi yapar, üstüne bir de tatilde gidip göl kenarında kamp atmadan mutlu olamaz. İşte bu aşırı doğa tutkusu, literatürde “biyofili” olarak geçiyor. Ama işin esprili tarafı şu: Bunu bir “hastalık” gibi adlandıranlar da var. Yani doğaya fazla bağlanmak, bitkilerle, hayvanlarla, toprakla iç içe yaşama isteği… Peki bu gerçekten hastalık mı, yoksa günümüz beton yığınları arasında sağlıklı kalabilmenin tek yolu mu?

Biyofili: Doğa Aşkının Klinikleşmesi

Biyofili aslında bilim insanı Edward O. Wilson’un ortaya attığı bir kavram. “İnsanların doğaya karşı içgüdüsel sevgisi” diye açıklanıyor. Ama forumlarda işin popüler kısmı daha renkli: “Arkadaşım bitkileriyle konuşuyor, bu biyofili mi?”, “Ormanda saatlerce yürümek istiyorum, acaba hasta mıyım?” gibi sorular çok dönüyor.

Buradaki “hastalık” kelimesi aslında ironik. Çünkü doğaya yönelmek, modern hayatın stresini azaltıyor, insanı zihinsel olarak dinlendiriyor. Yine de aşırıya kaçan durumlarda –örneğin insanlardan çok bitkilerle iletişim kurmayı tercih etmek– sosyal hayatın aksaması söz konusu olabiliyor.

Kadınların Empatik ve İlişki Odaklı Yaklaşımları

Kadınlar biyofili üzerine sohbet ettiğinde genellikle empatiyle yaklaşıyor: “Benim annem de çiçekleriyle dertleşir, bu bana çok tatlı geliyor.” ya da “Arkadaşım evde bitkilerine isim koyuyor, onunla bağ kurduğunu hissediyorum.” gibi cümleler sık duyuluyor. Onlar doğayla kurulan ilişkiyi bir duygusal bağ olarak yorumluyorlar.

Kadınlar için biyofili, yalnızca bir “hobi” değil; adeta terapi. Mesela günün stresini saksıya yeni bir çiçek dikerek atmak, yapraklara su verirken kendini şefkatle beslemek… Bu yönüyle biyofili, kadınların ilişki odaklı bakış açısına çok uyuyor: Bitkiler, doğa, hayvanlar — hepsiyle kurulan bağ, bir çeşit sosyal ilişki gibi görülüyor.

Erkeklerin Çözüm Odaklı ve Stratejik Yaklaşımları

Erkeklerse bu konuya daha stratejik bakıyor: “Bahçeye şu ağacı dikersen gölge daha iyi olur.”, “Bitkiyi şu şekilde budarsan daha verimli olur.” ya da “Evde oksijen seviyesini arttırmak için şu tür çiçeği almalısın.” gibi önerilerle geliyorlar. Onlar için biyofili daha çok pratik sonuçlar ve çözümlerle ilgili.

Bazı erkekler olaya işin teknolojik kısmından yaklaşıyor: “Akıllı sulama sistemi kurdum, bitkiler kendi kendine su alıyor.” ya da “Güneş enerjisiyle çalışan mini sera yaptım.” Bu, onların doğayla olan ilişkisinde bile mühendislik bakışını ortaya koyuyor.

Toplumsal Cinsiyet Farklılıklarının Yansıması

Forumda fark ediliyor ki kadınlar daha çok “duygu”, erkekler daha çok “çözüm” peşinde. Kadınlar doğayla konuşmayı, onunla arkadaşlık etmeyi tatlı bulurken, erkekler hangi toprağın daha verimli olduğunu, hangi koşulda hangi bitkinin yetişeceğini hesaplıyor. Bu iki yaklaşım birbirini tamamlıyor aslında. Çünkü doğa hem duygusal bağ kurabileceğimiz bir alan, hem de sürdürülebilir yaşam için stratejik çözümler gerektiren bir kaynak.

Sınıf, Kültür ve Biyofili

Biyofili aynı zamanda sınıfsal ve kültürel farklarla da bağlantılı. Üst gelir grubundan insanlar doğa sevgisini pahalı hobilerle yaşıyor: butik seralar, özel tasarım bonsailer, egzotik çiçek koleksiyonları… Orta ve alt sınıfta ise bu sevgi daha çok balkon bahçeleri, küçük tarlalar ya da evin köşesinde yetiştirilen aloe vera ile ifade buluyor.

Kültürel farklılıklar da önemli: Kimi toplumlarda doğayla bağ kurmak mistik bir anlam taşıyor, kimi toplumlarda ise tamamen pratik bir ihtiyaç. Bazı yerlerde biyofili, ruhsal dinginlik için meditasyonla birleşirken, başka yerlerde aile ekonomisine destek için sebze-meyve yetiştirmek şeklinde karşımıza çıkıyor.

Biyofili Bir Kaçış mı, Yoksa Çözüm mü?

Günümüz şehir hayatında insanlar stres, gürültü ve hızdan bunaldıkça biyofili daha çok konuşulur hale geliyor. Kimi insanlar bunu bir kaçış olarak görüyor: “Betonun arasında nefes almak için saksıda fesleğen yetiştiriyorum.” Kimi insanlar ise bunu bir çözüm: “Doğayla bağımızı yeniden kurarsak iklim krizine karşı da daha bilinçli oluruz.”

Kadınların empatik yaklaşımı burada önemli; çünkü doğayla bağ kurmanın insani yanını vurguluyorlar. Erkeklerin çözüm odaklı tavrı da kritik; çünkü sürdürülebilirlik için pratik adımlar öneriyorlar. Yani biyofili yalnızca bireysel bir “hastalık” değil, toplumsal sorunlara da ışık tutan bir yaklaşım.

Forumda Mizahi Yaklaşımlar

Tabii işin esprili kısmı da var. Forumlarda sık sık şu tür cümlelere rastlıyoruz:

- “Sevgilim bana günaydın demiyor ama aloe veram yaprak çıkardı, ben mutlu oldum.”

- “Bitkilerimle konuşuyorum, bari onlar beni dinliyor.”

- “Arkadaşlar, ben mi hastayım yoksa salataya doğradığım maydanozla vedalaşmam normal mi?”

Bu mizah, aslında doğa ile kurulan bağı normalleştiren bir işlev görüyor. İnsanlar kendilerini “tuhaf” hissetmeden biyofiliyi konuşabiliyor.

Sonuç: Doğa Sevgisi mi, Hastalık mı?

Biyofili hastalık değil, aksine modern hayatın ruh sağlığımızı törpülediği bir dönemde doğal bir tepki. Kimimiz empatiyle yaklaşarak bitkilerle bağ kuruyor, kimimiz stratejik çözümlerle doğayı daha yaşanabilir hale getirmeye çalışıyoruz.

Sonuçta ister saksıdaki fesleğene şefkat gösterelim, ister akıllı sera sistemleri kuralım, biyofili bize aynı şeyi hatırlatıyor: İnsan, doğadan koparsa eksik kalır.

Peki siz ne dersiniz? Sizce biyofili gerçekten “fazla ileriye giden bir doğa aşkı” mı, yoksa hepimizin gizliden gizliye ihtiyaç duyduğu sağlıklı bir tutku mu?
 
Üst