Berk
New member
Diyetisyen Nöbet Tutar mı? – Emeğin, Cinsiyetin ve Sınıfın Kesiştiği Bir Gerçeklik
Bir arkadaşım hastanede diyetisyen olarak çalışıyor. Geçenlerde bana yorgun bir sesle, “Gece nöbetine kalıyorum,” dediğinde şaşırdım. “Ama sen doktor değilsin ki, neden nöbet?” diye sordum. Gülümsedi, sonra sessizleşti.
O anda fark ettim: sorum sadece bir meraktan ibaret değildi, aynı zamanda toplumsal bir ön kabule dayanıyordu. “Diyetisyen nöbet tutmaz” demek, hem emeği hem de mesleki ciddiyeti küçümseyen bir reflekti belki de.
İşte bu yazı, o cümlenin ardındaki toplumsal düzeni sorgulamak için yazıldı.
I. Bölüm: Nöbet Kavramı – Sadece Saat Değil, Statü Meselesi
Sağlık alanında nöbet, sadece uzun mesailer anlamına gelmez; aynı zamanda görünmeyen bir hiyerarşiyi temsil eder.
Doktorlar ve hemşireler arasında nöbet, mesleğin “fedakârlık” yönüyle ilişkilendirilirken, diyetisyenler için bu durum sıklıkla tartışmalıdır.
Resmî olarak, kamu kurumlarında çalışan diyetisyenler belirli durumlarda nöbet tutabilir (örneğin hastanelerde 24 saat hizmetin sürdüğü birimlerde). Ancak pratikte bu nöbetlerin ne kadar gerekli olduğu ve nasıl organize edildiği sorunu, çoğu zaman mesleğin değeriyle değil, iş yükü paylaşımıyla ilgilidir.
Burada mesele teknik bir yönetmelik değil, sosyal bir yapı meselesidir. Kim, hangi emeği görünür kılar? Kimin emeği “asli”, kimin emeği “ikincil” sayılır?
II. Bölüm: Cinsiyet Rolleri ve Görünmeyen Emek
Türkiye’de diyetisyenlik mesleği, %90’dan fazla kadın çalışan oranına sahip bir alandır (TÜİK Meslek İstatistikleri, 2023). Bu durum, mesleğe ilişkin algıyı da biçimlendiriyor. Kadınların yoğun olduğu meslekler genellikle “yardımcı sağlık hizmeti” kategorisinde değerlendiriliyor.
Yani, aynı bilgiye ve eğitime sahip olsalar bile, kadın ağırlıklı bir meslek daha az “otorite”yle anılıyor.
Bu, nöbet meselesine doğrudan yansıyor. Kadın diyetisyenlerin çoğu, gece nöbetlerinin güvenlik ve aile yükümlülükleri açısından adaletsiz dağıtıldığını belirtiyor. Bazı kurumlarda, “erkek çalışan varsa nöbete o kalsın” anlayışı görülüyor; bazı yerlerdeyse “kadın da eşittir, o da nöbet tutmalı” deniyor.
Ama her iki yaklaşım da eksik. Çünkü mesele eşitlik değil, adalet.
Kadınlar sadece cinsiyetleriyle değil, sosyal sınıfları ve yaşam koşullarıyla da etkileniyor: çocuğu olan bir annenin nöbet yükü ile bekar bir çalışanın yükü aynı değildir.
III. Bölüm: Irk, Bölge ve Sınıf Eşitsizliği
Diyetisyenlerin nöbet deneyimleri coğrafyaya göre de değişiyor. İstanbul’daki özel bir hastanede çalışan bir diyetisyenle, Doğu Anadolu’daki bir devlet hastanesinde görev yapan diyetisyenin koşulları aynı değil.
Bazı bölgelerde diyetisyen sayısı yetersiz olduğu için, nöbet yükü adaletsiz bir biçimde artıyor.
Etnik kimlik veya sosyoekonomik statü de bu yükün şekillenmesinde rol oynuyor. Örneğin Kürt illerinde çalışan bir kadın diyetisyen, hem cinsiyet hem bölgesel önyargılarla mücadele ederken, aynı zamanda güvenlik kaygısı nedeniyle gece nöbetlerinde ek risk altında kalabiliyor.
Araştırmalar (bkz. Sağlık Emekçileri Sendikası Raporu, 2022) gösteriyor ki, düşük gelirli sağlık çalışanları, nöbet sisteminde daha fazla zorlanıyor.
Yani mesele “nöbet tutmak” değil, bu nöbetin kimin emeğiyle, hangi koşullarda tutulduğu.
IV. Bölüm: Erkeklerin Rolü – Strateji mi, Sorumluluk mu?
Forumda bir erkek kullanıcı şöyle yazmıştı:
> “Bence kadınlar da erkekler gibi nöbet tutmalı, eşitlik bu demek.”
Bu cümle, iyi niyetli ama yüzeysel bir bakış. Erkekler genellikle “eşitliği” stratejik bir çözüm olarak ele alıyorlar; ama çoğu zaman “eşit yük” ile “adil yük” arasındaki farkı görmüyorlar.
Gerçek çözüm, kadınların nöbet sistemine katılmasını değil, nöbet sisteminin insanileştirilmesini sağlamaktır.
Erkekler bu tartışmaya sadece “yardımcı” olarak değil, sorumluluk alan aktörler olarak katılmalı. Kadınların yükünü paylaşmak, onları aynı kurallara zorlamak değil, sistemin yapısını sorgulamaktır.
Bazı erkek diyetisyenler, kadın meslektaşlarının güvenliği veya çocuk bakımı gibi nedenlerle nöbet değişimlerinde destek oluyor. Bu dayanışma, toplumsal cinsiyetin karşıtlık değil, tamamlayıcılık temelli yaşanabileceğini gösteriyor.
V. Bölüm: Empati ve Dayanışma – Kadınların Sesinden Gerçek Hikâyeler
Geçen yıl, Ankara’daki bir üniversite hastanesinde çalışan bir diyetisyen arkadaşım bana şöyle demişti:
> “Nöbetten dönerken sabah otobüsünde bazen uyuyakalıyorum. Evde de beni bekleyen bir çocuk var. Bazen diyorum ki, aslında ben iki nöbet tutuyorum: biri hastanede, biri evde.”
Bu cümle, toplumsal cinsiyet rollerinin kadın emeğini nasıl ikiye böldüğünü anlatıyor. Kadınlar yalnızca işyerinde değil, evde de görünmez bir mesaiye sahipler.
Empati, burada teorik bir kavram değil; kadınların gerçek yaşam deneyimi.
Ancak bu empati, mağduriyet üzerinden değil, dayanışma üzerinden kurulmalı. Kadınların “yardım edilmesi gereken” değil, “sistemi dönüştüren” aktörler olduğu unutulmamalı.
VI. Bölüm: Sistemin Eleştirisi – Eşitlikten Fazlası Gerekiyor
Nöbet uygulaması, sağlık hizmetinin sürekliliği için gereklidir; ancak her mesleğe aynı biçimde uygulanması, adil değildir.
Diyetisyenlerin nöbeti, çoğu zaman “doldurulması gereken bir çizelge” olarak görülüyor.
Bu, sadece meslek hiyerarşisini değil, aynı zamanda sınıf farkını da ortaya koyar:
Üst yönetim pozisyonundaki kişiler nöbet tutmazken, alt kadrolardaki sağlık çalışanları haftalık 48 saati aşan sürelerde görev yapabiliyor.
Sorulması gereken soru şu:
> “Gerçekten 24 saat boyunca bir diyetisyenin fiziken hastanede bulunması mı gerekiyor, yoksa bu sistem sadece disiplin üretmek için mi var?”
Bu noktada sendikalar ve meslek birliklerinin daha fazla veri paylaşması, nöbetin sağlık verimliliğine katkısını objektif biçimde analiz etmesi gerekiyor.
VII. Bölüm: Sonuç – Nöbetin Ötesinde Bir Adalet Arayışı
Diyetisyen nöbet tutar mı?
Evet, tutabilir. Ama asıl soru, nasıl ve neden tuttuğudur.
Bu, yalnızca bir mesai düzeni değil; cinsiyet, sınıf ve bölge temelli eşitsizliklerin yansıdığı bir aynadır.
Erkekler çözüm odaklı yaklaşmalı; kadınlar empatiyi dayanışmaya dönüştürmeli; kurumlar ise insan merkezli politikalar geliştirmelidir.
Bir forum üyesi şu yorumu yazmıştı:
> “Belki de nöbet tutmak değil, birbirimizin yükünü görmek asıl mesele.”
Belki gerçekten de öyle.
Çünkü adalet, herkesin aynı işi yapmasıyla değil, herkesin emeğinin aynı değerde görülmesiyle mümkündür.
Kaynaklar:
- TÜİK Meslek İstatistikleri (2023)
- Sağlık Emekçileri Sendikası Raporu (2022)
- WHO Gender and Health Workforce Report (2021)
Bir arkadaşım hastanede diyetisyen olarak çalışıyor. Geçenlerde bana yorgun bir sesle, “Gece nöbetine kalıyorum,” dediğinde şaşırdım. “Ama sen doktor değilsin ki, neden nöbet?” diye sordum. Gülümsedi, sonra sessizleşti.
O anda fark ettim: sorum sadece bir meraktan ibaret değildi, aynı zamanda toplumsal bir ön kabule dayanıyordu. “Diyetisyen nöbet tutmaz” demek, hem emeği hem de mesleki ciddiyeti küçümseyen bir reflekti belki de.
İşte bu yazı, o cümlenin ardındaki toplumsal düzeni sorgulamak için yazıldı.
I. Bölüm: Nöbet Kavramı – Sadece Saat Değil, Statü Meselesi
Sağlık alanında nöbet, sadece uzun mesailer anlamına gelmez; aynı zamanda görünmeyen bir hiyerarşiyi temsil eder.
Doktorlar ve hemşireler arasında nöbet, mesleğin “fedakârlık” yönüyle ilişkilendirilirken, diyetisyenler için bu durum sıklıkla tartışmalıdır.
Resmî olarak, kamu kurumlarında çalışan diyetisyenler belirli durumlarda nöbet tutabilir (örneğin hastanelerde 24 saat hizmetin sürdüğü birimlerde). Ancak pratikte bu nöbetlerin ne kadar gerekli olduğu ve nasıl organize edildiği sorunu, çoğu zaman mesleğin değeriyle değil, iş yükü paylaşımıyla ilgilidir.
Burada mesele teknik bir yönetmelik değil, sosyal bir yapı meselesidir. Kim, hangi emeği görünür kılar? Kimin emeği “asli”, kimin emeği “ikincil” sayılır?
II. Bölüm: Cinsiyet Rolleri ve Görünmeyen Emek
Türkiye’de diyetisyenlik mesleği, %90’dan fazla kadın çalışan oranına sahip bir alandır (TÜİK Meslek İstatistikleri, 2023). Bu durum, mesleğe ilişkin algıyı da biçimlendiriyor. Kadınların yoğun olduğu meslekler genellikle “yardımcı sağlık hizmeti” kategorisinde değerlendiriliyor.
Yani, aynı bilgiye ve eğitime sahip olsalar bile, kadın ağırlıklı bir meslek daha az “otorite”yle anılıyor.
Bu, nöbet meselesine doğrudan yansıyor. Kadın diyetisyenlerin çoğu, gece nöbetlerinin güvenlik ve aile yükümlülükleri açısından adaletsiz dağıtıldığını belirtiyor. Bazı kurumlarda, “erkek çalışan varsa nöbete o kalsın” anlayışı görülüyor; bazı yerlerdeyse “kadın da eşittir, o da nöbet tutmalı” deniyor.
Ama her iki yaklaşım da eksik. Çünkü mesele eşitlik değil, adalet.
Kadınlar sadece cinsiyetleriyle değil, sosyal sınıfları ve yaşam koşullarıyla da etkileniyor: çocuğu olan bir annenin nöbet yükü ile bekar bir çalışanın yükü aynı değildir.
III. Bölüm: Irk, Bölge ve Sınıf Eşitsizliği
Diyetisyenlerin nöbet deneyimleri coğrafyaya göre de değişiyor. İstanbul’daki özel bir hastanede çalışan bir diyetisyenle, Doğu Anadolu’daki bir devlet hastanesinde görev yapan diyetisyenin koşulları aynı değil.
Bazı bölgelerde diyetisyen sayısı yetersiz olduğu için, nöbet yükü adaletsiz bir biçimde artıyor.
Etnik kimlik veya sosyoekonomik statü de bu yükün şekillenmesinde rol oynuyor. Örneğin Kürt illerinde çalışan bir kadın diyetisyen, hem cinsiyet hem bölgesel önyargılarla mücadele ederken, aynı zamanda güvenlik kaygısı nedeniyle gece nöbetlerinde ek risk altında kalabiliyor.
Araştırmalar (bkz. Sağlık Emekçileri Sendikası Raporu, 2022) gösteriyor ki, düşük gelirli sağlık çalışanları, nöbet sisteminde daha fazla zorlanıyor.
Yani mesele “nöbet tutmak” değil, bu nöbetin kimin emeğiyle, hangi koşullarda tutulduğu.
IV. Bölüm: Erkeklerin Rolü – Strateji mi, Sorumluluk mu?
Forumda bir erkek kullanıcı şöyle yazmıştı:
> “Bence kadınlar da erkekler gibi nöbet tutmalı, eşitlik bu demek.”
Bu cümle, iyi niyetli ama yüzeysel bir bakış. Erkekler genellikle “eşitliği” stratejik bir çözüm olarak ele alıyorlar; ama çoğu zaman “eşit yük” ile “adil yük” arasındaki farkı görmüyorlar.
Gerçek çözüm, kadınların nöbet sistemine katılmasını değil, nöbet sisteminin insanileştirilmesini sağlamaktır.
Erkekler bu tartışmaya sadece “yardımcı” olarak değil, sorumluluk alan aktörler olarak katılmalı. Kadınların yükünü paylaşmak, onları aynı kurallara zorlamak değil, sistemin yapısını sorgulamaktır.
Bazı erkek diyetisyenler, kadın meslektaşlarının güvenliği veya çocuk bakımı gibi nedenlerle nöbet değişimlerinde destek oluyor. Bu dayanışma, toplumsal cinsiyetin karşıtlık değil, tamamlayıcılık temelli yaşanabileceğini gösteriyor.
V. Bölüm: Empati ve Dayanışma – Kadınların Sesinden Gerçek Hikâyeler
Geçen yıl, Ankara’daki bir üniversite hastanesinde çalışan bir diyetisyen arkadaşım bana şöyle demişti:
> “Nöbetten dönerken sabah otobüsünde bazen uyuyakalıyorum. Evde de beni bekleyen bir çocuk var. Bazen diyorum ki, aslında ben iki nöbet tutuyorum: biri hastanede, biri evde.”
Bu cümle, toplumsal cinsiyet rollerinin kadın emeğini nasıl ikiye böldüğünü anlatıyor. Kadınlar yalnızca işyerinde değil, evde de görünmez bir mesaiye sahipler.
Empati, burada teorik bir kavram değil; kadınların gerçek yaşam deneyimi.
Ancak bu empati, mağduriyet üzerinden değil, dayanışma üzerinden kurulmalı. Kadınların “yardım edilmesi gereken” değil, “sistemi dönüştüren” aktörler olduğu unutulmamalı.
VI. Bölüm: Sistemin Eleştirisi – Eşitlikten Fazlası Gerekiyor
Nöbet uygulaması, sağlık hizmetinin sürekliliği için gereklidir; ancak her mesleğe aynı biçimde uygulanması, adil değildir.
Diyetisyenlerin nöbeti, çoğu zaman “doldurulması gereken bir çizelge” olarak görülüyor.
Bu, sadece meslek hiyerarşisini değil, aynı zamanda sınıf farkını da ortaya koyar:
Üst yönetim pozisyonundaki kişiler nöbet tutmazken, alt kadrolardaki sağlık çalışanları haftalık 48 saati aşan sürelerde görev yapabiliyor.
Sorulması gereken soru şu:
> “Gerçekten 24 saat boyunca bir diyetisyenin fiziken hastanede bulunması mı gerekiyor, yoksa bu sistem sadece disiplin üretmek için mi var?”
Bu noktada sendikalar ve meslek birliklerinin daha fazla veri paylaşması, nöbetin sağlık verimliliğine katkısını objektif biçimde analiz etmesi gerekiyor.
VII. Bölüm: Sonuç – Nöbetin Ötesinde Bir Adalet Arayışı
Diyetisyen nöbet tutar mı?
Evet, tutabilir. Ama asıl soru, nasıl ve neden tuttuğudur.
Bu, yalnızca bir mesai düzeni değil; cinsiyet, sınıf ve bölge temelli eşitsizliklerin yansıdığı bir aynadır.
Erkekler çözüm odaklı yaklaşmalı; kadınlar empatiyi dayanışmaya dönüştürmeli; kurumlar ise insan merkezli politikalar geliştirmelidir.
Bir forum üyesi şu yorumu yazmıştı:
> “Belki de nöbet tutmak değil, birbirimizin yükünü görmek asıl mesele.”
Belki gerçekten de öyle.
Çünkü adalet, herkesin aynı işi yapmasıyla değil, herkesin emeğinin aynı değerde görülmesiyle mümkündür.
Kaynaklar:
- TÜİK Meslek İstatistikleri (2023)
- Sağlık Emekçileri Sendikası Raporu (2022)
- WHO Gender and Health Workforce Report (2021)