Egemenliğin Kayıtsız Şartsız Millete Ait Olduğu Aşağıdaki Olaylardan Hangisi Ile Kabul Edilmiştir ?

Alpermis

Global Mod
Global Mod
Egemenliğin Kayıtsız Şartsız Millete Ait Olduğunun Kabul Edildiği Olay: 1921 Anayasası ve Millî Mücadele

Egemenlik, bir devletin bağımsızlık ve otorite kavramlarını simgeleyen, egemen devletin halkı ve toprakları üzerinde en yüksek karar verme yetkisini elinde bulundurduğu ilkeyi ifade eder. Bu temel kavram, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda ve şekillenişinde büyük bir rol oynamış, özellikle 1919'dan 1923'e kadar devam eden süreçte egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu ilkesinin temelleri atılmıştır. Türkiye’de egemenliğin millete ait olduğu ilk resmi kabul, 1921 Anayasası ile gerçekleştirilmiştir. Bu anayasa, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasının hemen ardından, Millî Mücadele’nin en yoğun dönemlerinde, halkın egemenliğini simgeleyen önemli bir belgedir. Egemenliğin millete ait olduğu ilkesinin kabul edilmesi, özellikle 1919'dan sonra, Türk halkının kendi kaderini tayin etme iradesiyle doğrudan ilişkilidir.

Egemenliğin Tanımı ve Millî Mücadele'nin Önemi

Egemenlik, bir devletin ulusal sınırları içindeki tüm otoriteyi elinde bulundurması ve bu otoriteyi başkalarına devretmeksizin halkının refahı, güvenliği ve yönetimi adına kullanmasıdır. Egemenlik hakkının millete ait olduğu bir sistemde, halk kendi yönetimini kendisi belirler. Bu anlayış, egemenliğin padişah veya monark gibi tek bir kişiye değil, halkın tümüne ait olduğu fikrini savunur.

Millî Mücadele dönemi, bu egemenlik fikrinin zemin bulduğu dönemi simgeler. I. Dünya Savaşı sonrasında Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanması, işgallerin başlaması ve halkın kendi topraklarında bağımsızlık arayışı, bu dönemin ana hatlarını oluşturmuştur. 16 Mart 1920'de İstanbul'un işgali ve ardından gelen süreçte, Türk milletinin egemenliğini tekrar kazanma kararlılığı her geçen gün artmıştır. Halk, yalnızca Osmanlı İmparatorluğu’nun sonunu değil, aynı zamanda kendi egemenliğini elde etme sürecini başlatmıştır.

1920'lerde Türk Halkı ve Egemenlik

Türk halkı, işgallere karşı direnmeye başladığında, egemenlik hakkının kendilerine ait olduğu fikri daha da pekişmiştir. 23 Nisan 1920'de açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM), yalnızca Osmanlı’nın varisi değil, aynı zamanda halkın iradesini temsil eden bir kurum olarak kurulmuştur. Bu süreçte, padişahın ve halifenin temsil ettiği egemenlik anlayışının aksine, TBMM halkın temsilcisi olarak milletin iradesini merkeze almıştır. İşte bu dönemde, halkın egemenlik hakkı net bir şekilde kabul edilmeye başlanmıştır.

1921 Anayasası ve Egemenlik Anlayışı

Türk halkının egemenliğinin kayıtsız ve şartsız olduğu ilkesinin ilk kez resmi olarak kabul edilmesi, 1921 Anayasası ile gerçekleştirilmiştir. Bu anayasa, Türk milletinin egemenlik hakkını tanımakla birlikte, Millî Mücadele’nin verdiği moral ve direniş gücünü de pekiştirmiştir. 1921 Anayasası, başta halkın kendi kendini yönetme yetkisi olmak üzere, bir dizi önemli reformu içermektedir.

1921 Anayasası, aslında hem bir geçiş belgesi hem de halkın iradesine dayanan bir anayasal düzendir. Bu anayasa ile halk, kendi hükümetini seçme, kendi temsilcilerini belirleme ve devletin temel işleyişine dair kararları alma hakkına sahip olmuştur. Egemenliğin kayıtsız ve şartsız millete ait olduğunun kabulü, sadece anayasa metnine değil, aynı zamanda bu metnin arkasında yer alan halk iradesine dayanıyordu.

Osmanlı İmparatorluğu’nun Sonu ve Halkın Egemenliği

Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasının ardından, halkın egemenlik hakkının tanınması zorunlu hale gelmiştir. I. Dünya Savaşı ve ardından gelen Mondros Mütarekesi’nin ardından, İstanbul’un işgali ve Osmanlı Hükümeti'nin de işgal güçleriyle işbirliği yapması, halkı daha fazla harekete geçirmeye yöneltmiştir. TBMM, 23 Nisan 1920 tarihinde kurulduğunda, milletin iradesinin artık kayıtsız ve şartsız bir şekilde egemen olduğu bir dönemin başlangıcı olmuştur.

TBMM’nin ilk olarak kabul ettiği ilke, egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu fikridir. Bu, Osmanlı İmparatorluğu’nun merkeziyetçi yönetim anlayışından farklı olarak halkın temsil edildiği bir sistemin temellerini atmıştır. Ayrıca, bu dönemde egemenliğin millete ait olması, özellikle dış güçlerin müdahalesine karşı halkın egemenlik haklarını savunma anlamına da gelmektedir.

Lozan Antlaşması ve Egemenliğin Uluslararası Tanınması

1921 Anayasası ile ülke içindeki egemenlik haklarını tanıyan Türkiye, uluslararası alanda da egemenliğini tescil ettirmiştir. 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması, Türkiye Cumhuriyeti'nin bağımsız bir devlet olarak tanınmasının yanı sıra, egemenliğin uluslararası düzeyde kabul edilmesini de sağlamıştır. Lozan Antlaşması, Türkiye’nin içindeki egemenlik hakkının tanınmasının yanı sıra, dışarıdan gelen müdahalelerin de son bulması gerektiğini vurgulamaktadır.

Lozan'da elde edilen zafer, yalnızca Türk milletinin bağımsızlık mücadelesinin değil, aynı zamanda halkın egemenliğinin de uluslararası alanda kabul edilmesinin simgesidir. 1921 Anayasası ve Lozan, Türk milletinin egemenlik hakkını, hem ulusal hem de uluslararası düzeyde güvence altına almıştır.

Sonuç: Egemenliğin Kayıtsız Şartsız Millete Ait Olduğunun Kabulü

Egemenliğin kayıtsız ve şartsız millete ait olduğu ilkesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini atarken büyük bir anlam taşımaktadır. 1921 Anayasası ile bu ilke, anayasal bir düzlemde kabul edilmiş, Millî Mücadele’nin halk hareketiyle de güç kazanmıştır. TBMM’nin kuruluşu, Osmanlı İmparatorluğu’nun sona ermesi ve Lozan Antlaşması ile birlikte, Türk halkının egemenliğinin hem içerde hem dışarıda kabul edilmesi sağlanmıştır.

Bugün Türkiye Cumhuriyeti, bu tarihî miras üzerine inşa edilmiş ve egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu ilkesini, demokratik bir devlet anlayışıyla yaşatmaya devam etmektedir. Bu süreç, halkın kendi kaderini tayin etme iradesinin simgesidir ve her bireyin devletin yönetimine katılma hakkını savunan bir demokratik sistemin temellerini atmıştır. Egemenlik hakkının millete ait olduğu kabulü, sadece geçmişteki bir olay değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin bugününe ışık tutan bir prensiptir.
 
Üst