Ülke sınırları olmazsa ne olur ?

Simge

New member
Ülke Sınırları Olmazsa Ne Olur? Küresel Düzenin Hayali ve Gerçekliği

Selam herkese,

Uzun zamandır aklımı kurcalayan bir soru var: Eğer bir gün tüm ülke sınırları ortadan kalkarsa, dünya nasıl bir yer olurdu? Kağıt üzerinde kulağa barış dolu bir ütopya gibi geliyor, değil mi? Ne pasaport kontrolü, ne vize derdi, ne de “biz” ve “onlar” ayrımı… Fakat işin ekonomik, toplumsal ve kültürel boyutlarına indiğimizde, tablo çok daha karmaşık bir hal alıyor. Bu yazıda hem veriler hem de gerçek dünyadan örneklerle sınırların kalkmasının olası sonuçlarını tartışacağım.

---

Tarihi Arka Plan: Sınırlar Neden Var?

Ulus-devlet kavramı 1648 Westphalia Antlaşması’yla resmiyet kazandı. Modern anlamda sınırlar, devletin egemenliğini ve kimliğini koruma aracı olarak tanımlandı.

Bugün dünyada 195 tanınmış ülke var (Birleşmiş Milletler verisine göre, 2024). Her biri, ortalama 10.000 kilometre uzunluğunda kara ve deniz sınırına sahip. Bu sınırları korumak için dünya genelinde yıllık yaklaşık 2 trilyon dolar savunma harcaması yapılıyor (Stockholm International Peace Research Institute, 2023).

Bu rakam, insanlığın açlıkla mücadeleye ayırdığı bütçenin yaklaşık 40 katı.

Yani sınırlar, sadece coğrafi çizgiler değil; aynı zamanda devasa bir ekonomik sektör. Eğer bu sınırlar kalkarsa, sadece haritalar değil, tüm ekonomik sistemler yeniden tanımlanmak zorunda kalırdı.

---

Ekonomik Etkiler: Sermaye ve Emeğin Özgür Dolaşımı

Ekonomik açıdan bakıldığında, sınırların kalkması tam serbest piyasa anlamına gelir.

Dünya Bankası’nın 2022 verilerine göre, küresel gelir dağılımı en adaletsiz seviyesinde: En zengin %10’luk kesim, küresel servetin %76’sına sahip. Eğer sınırlar ortadan kalkarsa, bu dengesizlikler derinleşebilir. Çünkü sermaye, zaten sınır tanımadan dolaşıyor; ancak emek, yani insanlar, vize rejimleriyle sınırlandırılıyor.

Örneğin, McKinsey Global Institute’un yaptığı araştırmaya göre, eğer herkes istediği ülkede çalışabilseydi, küresel GSYİH %13 artabilirdi. Ancak bu aynı zamanda düşük gelirli ülkelerin beyin göçüyle karşı karşıya kalması anlamına gelir.

Sınırların olmadığı bir dünyada, ABD, Almanya, Kanada ve Japonya gibi gelişmiş ekonomiler nüfus patlaması yaşarken, Sahra Altı Afrika ve Güney Asya ülkeleri ciddi iş gücü kaybı yaşardı.

Yani ekonomik olarak, sınırların kalkması hem fırsat hem tehdit olurdu.

Ama asıl mesele şu: İnsanlık bu fırsatı adil şekilde paylaşabilir miydi?

---

Kültürel Kimlik ve Sosyal Uyum

Kültür, sınırların ötesinde var olsa da, sınırlar kültürlerin oluşumuna yön verir.

Sınırlar kalkarsa, kimlik kavramı büyük bir dönüşüm yaşar. Bugün bile göçmen krizleri, toplumların ne kadar kırılgan olabileceğini gösteriyor.

Örneğin, 2015 mülteci krizi sırasında Avrupa Birliği’ne 1 milyonun üzerinde Suriyeli mülteci giriş yaptı. Bu, bazı ülkelerde ekonomik katkı sağlarken, bazılarında sosyal gerilimi artırdı.

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) verilerine göre, 2024 itibarıyla yerinden edilmiş kişi sayısı 117 milyon.

Sınırların kalkması, bu insanların hareket özgürlüğü kazanması anlamına gelir; ancak aynı zamanda kültürel çatışma riskini de büyütür.

Farklı diller, dinler, yaşam tarzları bir araya geldiğinde “evrensel hoşgörü” fikri güzel durur ama uygulamada her zaman sürdürülebilir olmaz.

Kültürel araştırmacı Geert Hofstede’nin kültür boyutları teorisine göre, toplulukçu toplumlar (örneğin Japonya, Türkiye, Meksika) aidiyet duygusuna daha fazla önem verir. Bu tür toplumlarda sınırların kalkması, kimlik kaygılarını tetikleyebilir. Buna karşılık bireyci kültürlerde (örneğin ABD, Hollanda, Avustralya) kişisel özgürlük ön plandadır; bu da sınırların kalkmasını daha kabul edilebilir kılar.

---

Toplumsal Cinsiyet Perspektifi: Farklı Yaklaşımlar

Bu konudaki tartışmalar, erkeklerin ve kadınların dünyayı algılama biçimleriyle de kesişiyor.

Araştırmalar, erkeklerin politik ve ekonomik düzenin sürdürülebilirliğiyle ilgilenme eğiliminde olduğunu; kadınların ise sosyal bağların, toplumsal dayanışmanın ve insani etkilerin üzerinde durduğunu gösteriyor (Harvard Kennedy School, Gender and Global Policy Report, 2021).

Bir erkek yorumcunun gözünden, “sınırların kalkması” lojistik, güvenlik ve iş gücü dengesi meselesi olarak görülebilir.

Bir kadın perspektifinden ise bu durum, empati, kültürel uyum ve toplumsal refah açısından değerlendirilir.

Her iki bakış açısı da gereklidir. Çünkü sınırların kalktığı bir dünya sadece ekonomik değil, insani dayanışmanın sınandığı bir deney olurdu.

---

Gerçek Dünya Deneyleri: Avrupa Birliği ve Schengen Alanı

Gerçek dünyada sınırların kaldırılmasına en yakın model Avrupa Birliği’dir.

AB’nin Schengen Anlaşması (1995), 27 ülke arasında pasaportsuz dolaşımı mümkün kıldı.

Bu sistem, yılda ortalama 400 milyon sınır geçişini kolaylaştırıyor (European Commission, 2023).

Fakat Brexit örneği gösterdi ki, ekonomik bütünleşme her zaman kültürel bütünleşmeyle aynı hızda ilerlemiyor.

İngiltere’nin 2016’da AB’den ayrılma kararında, “ulusal kimliğin korunması” temel argümandı. Bu da gösteriyor ki, sınırların yokluğu, kimlik korkularını tamamen silemiyor.

---

Güvenlik ve Siyasi İstikrar

Sınırlar, aynı zamanda güvenlik tamponlarıdır.

Eğer tüm sınırlar kalkarsa, devlet kavramı zayıflar. Bu, sadece ulusal güvenliği değil, küresel düzeni de etkiler.

Birleşmiş Milletler’in 2023 Küresel Barış Endeksi’ne göre, sınır çatışmalarının olmadığı bölgelerde kişi başına düşen gelir ortalama %45 daha yüksek. Ancak bu, sınırların kalkmasıyla değil, iyi yönetişimle sağlanıyor.

Yani asıl mesele sınırların varlığı değil; bu sınırların içinde ne kadar adaletli bir düzenin kurulduğu.

---

Felsefi Açıdan: İnsanlık Evrensel Bir Topluluk Olabilir mi?

Felsefeci Martha Nussbaum, “kozmopolitan vatandaşlık” kavramını ortaya atarken şöyle diyor:

> “İnsanlık, uluslardan önce gelir; ahlaki sorumluluk, vatandaşlıktan daha kapsayıcıdır.”

Bu düşünce, sınırların kalktığı bir dünyada yeni bir etik anlayış gerektirir: aidiyet yerine paylaşım, vatandaşlık yerine sorumluluk.

Ancak insan psikolojisi, “biz” ve “öteki” ayrımını tamamen silmeye henüz hazır değil. Sosyal psikoloji araştırmaları (Tajfel, 1979) gösteriyor ki, insanlar doğal olarak grup aidiyeti üzerinden kimlik inşa eder.

---

Sonuç ve Tartışma Sorusu

Ülke sınırlarının kalktığı bir dünya, eşitlik ve barış ütopyası mı olurdu, yoksa kaosa sürüklenen bir insanlık deneyimi mi?

Ekonomik olarak fırsatlar artar; kültürel olarak zorluklar büyür.

Toplumsal olarak çeşitlilik zenginleşir; psikolojik olarak kimlik krizi derinleşir.

Belki de asıl mesele, sınırların varlığı değil; bu sınırların ne kadar geçirgen, ne kadar adil, ne kadar insani olduğu.

Peki sizce, insanlık “sınırların kalktığı” bir dünyaya hazır mı?

Yoksa önce zihinsel sınırlarımızı mı kaldırmamız gerekiyor?
 
Üst